Bir insanın en yakın arkadaşlarına nasıl davrandığı önemlidir. O insan hakkında çok bilgi verir. Mesela karı kız uğruna en yakın arkadaşını satan adamdan hayır gelmez bence. "Bros before hoes." sonuçta… Ben bir sürü kişiye "en yakın arkadaşlarımdan" diyen birisiyim, insanlarla aram iyi olduğundan (genelde). Ancak elbette ki herkes gibi benim de en yakın "dostlar"ım var. Kiminle tanışırsanız tanışın, ne olursa olsun bırakmayacağınız dostlar vardır hani, onlardan işte. Az kahrımı çekmediler, ben de onları az çekmedim. Birbirimizi az çileden çıkarmadık, yanlış anlamadık, ayrı kaldık birbirimizden. Fakat sonunda ne yaptık ne ettik yine yollarımızı kesiştirdik elbette.
Dostlara karşı tavırların önemine gelelim. Bence biriyle konuşmak istemiyorsanız direk söyleyin. Şahsen ben çok sinir oluyorum birisi "Konuşuyoruz yaaa, konuşmak istemez olur muyum, aramız iyiii" yapıp sonra da buz dağı gibi davranınca. İçimden bir ses diyor al Titanic'i vur lan, batarsan da batarsın. Hayır sanki ağlayacağım, cıngar çıkartacağım. Aksine, onlar iyiyiz diyip de bok gibi davranınca öyle yapıyorum (içten içe doğal olarak). Hayır yani koskoca insanlarız (yaş küçük, akıl büyük ablası), öyle konuşalım, değil mi? İnsanların birbirlerine dürüst olmayı öğrenmeleri lazım. Mesela bir adam en yakınlarına bile yalan söylüyorsa (en boktan sebeplerden, sınav notu gibi) o adamı da boşver yani. Senin yanında zayıf noktasını gösterecek kadar güvenmiyorsa işin ne? Ondan çooook yakın o kadar da arkadaşım yok. Çoğu ilk başta seviyor, "haha komik kız" durumları. Sonra da içteki Bubu işin içine girince "bu ne amk ota boka ağlıyor bu" oluyor halimiz. Sanki zevkten =(
Onları da anlıyorum ama. Sonuçta benim sorunlarım, insanlara anlatmazsam sorunum yok o yüzden artık anlatmamaya karar verdim. Kimseyi kendi sorunlarınızla sıkma bencilliğine kapılmayın siz. Ben yaptım =( Hem kendi huzurumu hem de başkalarının moralini bozuyordum yapmamam lazım. Zayıf bir kişiliğim olduğunu da düşünmüyorum ama.
Bir de sırf yalnız kalmamak için arkadaş edinenler var ya. Tiksiniyorum onlardan. Yalnız kalmamak için kimsenin hayalindeki "arkadaş"mışım gibi numara yapamam, kendin olduğunda biri seni seviyorsa sevsin, bütün hayatını rol yaparak geçiremezsin sonuçta ne gerek var böyle entrikalar çevirmeye? Yapmayın, kendiniz olun. Sorunlarınız varsa düzeltin ama özünüzü de unutmayın.
Dostlarımı seviyorum. Yüzyüzeyken falan belli edemem sarılmak dışında genelde ama cidden seviyorum. Çok seviyorum. Aslında herkesi seviyorum (neredeyse). Benim bir sorunum da sevgi. Herkes de beni sevsin istiyorum. Birisi beni sevmeyince üzülüyorum. Sorun hep bendeymiş gibi hissediyorum. Anlamsız.
Neyse.
İyi geceler <3
BuBu~
15 Mayıs 2013 Çarşamba
12 Mayıs 2013 Pazar
Kazanmak istiyorsan daha az seveceksin.
Durumun böyle olduğunu herkes belirli bir yaştan veya olaydan sonra anlıyor bence. Birisiyle tanışınca her şeyini anlatmayacaksın belki de, hayatının bir kısmı karanlıkta kalacak onun yanında ki merak ettiği, aklını kurcalayan bir şey olarak kalasın. Ben bunu pek gerçekleştiremediğim (çoğunlukla denemediğim) için sanırım hep aptal durumuna düşüyorum. İnsanlara değerlerini göstermiyorum genelde ama çok bağımlı oluyorum onlara. İyi bir şey de değil bu, bunu düzeltmeye çalışıyorum artık. Bugünden itibaren. Şöyle düşünün, sürekli en ilginç kısımlarından kesilmiş reklamını gördüğünüz bir film var; elbette izlemek istiyorsunuz, değil mi? Sonra büyük bir heyecanla izlemeye gidiyorsunuz ve ne oluyor? Belki birkaç kez daha izliyorsunuz ancak ne kadar severseniz sevin bir süre sonra izlemeyi bırakıyorsunuz çünkü artık en komik sahneye bile alışmış oluyorsunuz, replikleri tam zamanında oyuncularla beraber söylemektesiniz. Elbette aklınızda hep güzel bir hatıra olarak kalabilir o film ve başkalarına önerebilirsiniz ancak o artık eskisi gibi değil. İnsanlar da böyle işte. Kitabın arka kapağı gibiyiz, çok garibiz merak ediyor insan içimizde ne var ancak bir kere okuyunca... ''Ne güzel paragraftı be'' oluyor durumumuz ''mutlaka okumalıyım bunu''dan.
İlişkilerde de, en çok seven hep kaybeden oluyor. Şimdi diyebiliriz aslında o kaybetmedi, umudu ve sevgisi olan o falan (sırf gönül ilişkilerini demiyorum her türlü ilişki) ancak hepimiz biliyoruz ki sen daha ''çok" umursarsan mantıklı olarak direk daha "az" umursanan oluyorsun. Matematiksel olarak da böyle bu zaten.
Şimdi kimseye git de arkadaşlarını takma demiyorum ama sadece kendinizi kimseye teslim etmeyin diyorum. Ben fark ettim ne zaman birisine her şeyimi anlatsam onlar sonra benimle daha az konuşuyor, sonra tekrar konuşsak da ne bileyim... Paylaşacak bir şeyimiz yokmuş artık gibi geliyor ve odunumsu bir insan olduğum için (duygusal olduğum doğrudur ama emin olun beni bıkkın görmek istemezsiniz) hayatımdan atıyorum. Tek gözyaşı da dökmüyorum ilginç olan o. Hatta bazı durumlarda anılarımızı bile hatırlamak istemiyorum, o kişi hayatımdan tamamen silinsin istiyorum. Aslında o kadar da kötü bir şey yapmamıştır bana mutlaka, sadece ben bıktım. Bıkıyorum, bırakıyorum (erkekleri değil sadece zaten hiç sevgilim olmadı). Sonra da ne mutluyum ne üzgünüm, sadece boşum o insana karşı.
Ne bileyim ya. Gereksiz geliyor belki de? Sanırım vanilyalı dondurma benim için insanlar. İlk başlıyorum yavaş yavaş, kendimi sevdiriyorum =( Sonra aşırı bağlanıyorum sürekli istiyorum, sürekli istiyorum, sürekli istiyorum. En sonunda da beni mutlu edebilecek hiçbir şey kalmayınca kabını çöpe atıyorum.
Şimdi kalpsiz biri gibi geliyorum kulağa biliyorum ama gerçek bu. İnsanları seviyorum. Çok seviyorum ama sonra kırılıyorum. İçinde beni mutlu edebilecek bir şey yoksa neden bakıp durayım ki kaba, değil mi?
İlişkilerde de, en çok seven hep kaybeden oluyor. Şimdi diyebiliriz aslında o kaybetmedi, umudu ve sevgisi olan o falan (sırf gönül ilişkilerini demiyorum her türlü ilişki) ancak hepimiz biliyoruz ki sen daha ''çok" umursarsan mantıklı olarak direk daha "az" umursanan oluyorsun. Matematiksel olarak da böyle bu zaten.
Şimdi kimseye git de arkadaşlarını takma demiyorum ama sadece kendinizi kimseye teslim etmeyin diyorum. Ben fark ettim ne zaman birisine her şeyimi anlatsam onlar sonra benimle daha az konuşuyor, sonra tekrar konuşsak da ne bileyim... Paylaşacak bir şeyimiz yokmuş artık gibi geliyor ve odunumsu bir insan olduğum için (duygusal olduğum doğrudur ama emin olun beni bıkkın görmek istemezsiniz) hayatımdan atıyorum. Tek gözyaşı da dökmüyorum ilginç olan o. Hatta bazı durumlarda anılarımızı bile hatırlamak istemiyorum, o kişi hayatımdan tamamen silinsin istiyorum. Aslında o kadar da kötü bir şey yapmamıştır bana mutlaka, sadece ben bıktım. Bıkıyorum, bırakıyorum (erkekleri değil sadece zaten hiç sevgilim olmadı). Sonra da ne mutluyum ne üzgünüm, sadece boşum o insana karşı.
Ne bileyim ya. Gereksiz geliyor belki de? Sanırım vanilyalı dondurma benim için insanlar. İlk başlıyorum yavaş yavaş, kendimi sevdiriyorum =( Sonra aşırı bağlanıyorum sürekli istiyorum, sürekli istiyorum, sürekli istiyorum. En sonunda da beni mutlu edebilecek hiçbir şey kalmayınca kabını çöpe atıyorum.
Şimdi kalpsiz biri gibi geliyorum kulağa biliyorum ama gerçek bu. İnsanları seviyorum. Çok seviyorum ama sonra kırılıyorum. İçinde beni mutlu edebilecek bir şey yoksa neden bakıp durayım ki kaba, değil mi?
22 Şubat 2013 Cuma
Kucak dolusu.
Bir kucak dolusu sevgi vermişler bir gün ufak bir kıza sepetine koyup da hayat denilen o taşlı yolda ne zaman ayağı takılır da düşerse yaralarına sürsün biraz diye. İlk zamanlarda sadece kötü yaralar için kullanmış onu küçük kız. Ancak kar toprağın yorganı olup da ona başka bir şey göstermemeye başlayınca umutsuzluğa kapılmış ve birazını ısınmak için kullanmış. Sonra gecenin karanlığı bütün bedenini ve en önemlisi de gözlerini kara bir peçe gibi sarınca birazını da ışık için kullanmış. Tam da bahar gelecekken mart kapılarını açmamış küçük kıza, onu biraz daha bırakmış bir başına soğuk çiçekler üzerinde. Küçük kız son kalan sevgisini kendisine daha ılık bir son getirebilmek için kullanabilirdi elbette ancak sonuç değişmeyecekti ki. Sonu kötü olsa da aynı olacakken başkalarına yardım edebilirdi. Bu yüzden sevgisini bulutlara verdi ki güneşin önünden çekilirlerdi, onlar çekilince güneş çiçeklere ve doğaya ihtiyaçları olan ne varsa sağlamaya başladı. Çiçekler büyüdü, ağaçların dalları sarmaşılarla dolandı ve toprak bir zamanlar onu kurtaran kızı unutmadı. Bir tohum düştü genç kızın kalbinin üstüne, onun bedeninden beslendi ve güzel bir çiçek oldu. Bir daha solmayacak bir çiçek. Bundan sonra elinden ufak bir sepetle ormana bırakılan her çocuğa umut verecek kadar güzel bir çiçek. Doğa nankör değildi elbet, nankör olmayan insana ancak.
21 Şubat 2013 Perşembe
Son dilek.
Tek bir dilek hakkın olsaydı ne dilerdin? Yaptığın bir şeyi geri almayı mı ya da yapamadığın bir şeyi yapma cesaret ve kabiliyetine sahip olmuş olmayı herhalde, değil mi? Hep öyleyiz çünkü, hep bir şeylerin pişmanlığını yaşarız. Mutlu anılar bile gözyaşı akıtan bozuk musluklarımıza çekiç darbesidir bazen. Ben hep özlem duygusuyla sorun yaşamışımdır, onu hissedemediğim için olsa gerek. Hani sevdiğim insanlar var, tabii ki de var. Dostlarıma, aileme ve şehrime aşığım ben biliyorum, sorunum özleyememekti. Elbette ki uzaktayken yanımda olmalarını istedim, ancak bu özlem miydi? Bilmiyordum, daha çok bir tutku gibi geliyordu bana. İnsanların özlemi benimkinden farklıydı, gerçi insanların çoğu şeyi genelde benimkilerden farklıydı. Özlesem de özlediğimi bilmiyorumdur belki de diye düşünürdüm, ta ki bu seneye kadar. Özlem buydu sanırım, "keşke yanımda olsalar" yerine kalbimin bana "GERİ DÖNMEK İSTİYORUM" diye çığlık attığını duyar gibiydim göğsüm yumruklar savururken o. Sanırım öğrendim, yalnızlık öğretti bana özlemi belki de. Keşke öğrenmeseydim, keşke hep o şımarık ufak kız olarak kalsaydım. Büyümek istemedim ben, Peter Pan dileğine kavuştu, peki ya ben?
21 Eylül 2012 Cuma
Iyyy.
Herkes ne de
güzel yaşıyor hayatını. Herkes ne de güzel koruyor kendini. Sinirlerini
bozarsan siliveriyorlar seni hemen. Düşünmüyorlar ikinci kez sen ne yaşadın da
öyleydin o gün veya ne kadar acıttı o çekinmeden savurdukları keskin dilleri.
Hamam böcekleri gibi olsaydım keşke, hani şu bir sürü insanın – ben dâhil –
görünce ‘‘Iyyyy.’’ oldukları o güçlü hamam böcekleri. Ne kadar da dayanıklıdır
onlar, kafalarını kopar yaşarlar yine de. Nükleer patlama olsun herkes ölür,
ama onlar değil. Güçlüdürler, dayanmasını bilirler, kalkanlarını asla
indirmezler. Öyle olsam ne vardı sanki… Bir hamam böceği olsam… Ancak ne yakar
yüreğimi bilir misiniz? O güzel, güçlü canlı, kimsenin yararına bile olmayan
amaçsız biri tarafından öldürülebilir kolayca. İşte bu yakar canımı. Hani bir
film izlersin, başrol neler neler atlatır tüm film boyunca ve sona
gelindiğinde… Karıncayı incitmeyecek bir sebepten ölür ya. O yakar canımı.
Hayatını kaybetmenin de güzel yolları vardır elbet, değecek birine feda edersin
kendini mesela, güzel olmalı o biçim bir ölüm, bir işe yaramışlık hissi dolar
içine. Ancak kahve almaya giderken ayağın takılır da yola düşüp otobüs altında
falan kalırsan, ne anlamı kaldı ki, hani hayatın? Ölümün? Bir asalettir benim benim
peşinde olduğum, bir ‘‘değer’’. Hayat denen kitabımın son sayfasında bir
anlamdır arayışta olduğum şey. Bir ifade. Sadece değecek bir şey. Herkeste, her
şeyde bunu arıyorum ben. ‘‘Değecek bir şey’’. Birisini seviyorsam değecek bir
şeyi olmalı onu düşünmemin, birisinden nefret ediyorsam geçerli sebeplerim
olmalı. Birisini takmıyorsam da buna değecek bir sebebim olmalı. Her yaptığın
hareketle kendinden bir şeyler kaybedersin, ha geri dönüş olarak daha fazlasını
da katabilirsin kendine tabii. İşte bu yüzden, ne yaparsan yap, kendinden
verdiğin şeye değecek bir şey olmasına özen göster sen. Egonun önüne koy
insanları hayatında bir kez bile olsun, çünkü son geldiğinde; amacına
ulaşamamış da olsan ‘‘Zaten olmayacaktı.’’ diyip de belki de ihtimali olduğu
düşüncesinin pişmanlığını yaşamak yerine ‘‘Elimden geleni yaptım.’’ demenin
zevkini yaşayacaksın. Ha egon gitti diye pişmanlık duyar mısın? Belki de. Ama
daha mı önemli ki? Yaptıklarını unutur diğerleri, affederler belki de seni öyle
söylemeseler de; affetmeyen, unutamayan sensindir. Çünkü herkesten çok kendini
sevdin, yaptığın hatalar o yüzden düşmez vicdanının dilinden. Herkesten çok sev
kendini, ancak feda et daha az sevdiklerin için. Kendimi sevmiyorum diye yalan
atma ne olursun, kendini sevmesen, seni sevenleri sevmezdin, sana hakaret
ettiklerinde sinirlenmezdin. Ne de olsa sevmezdin ki hakaret edilen kişiyi,
neden savunasın? Suçluyken de üzülmezdin. Suçlu olan, üstüne üstlük bir de
sevmediğin birini niye savunasın ki? Yapma işte böyle. Sev kendini, ne olursa
olsun, sen seni anlayabilecek tek kişisin ve ‘‘Ne hissettiğimi bilmiyorum.’’
dediğin anda bile aslında derinlerde, biliyorsun bütün doğruları. Sadece
cevabın üstündeki tozlu örtüyü kaldırıp da tozlar içinde kaybolmaktan
korkuyorsun. En kötü insanlar bile melekler kadar temiz bir çocuktu zamanında,
büyüyünce öldürmediler o çocuğu, öldüremezler de. Sadece hapsettiler onu,
acılarıyla, yanlış bilgileriyle sardılar. Sen sen ol, ara doğruları.
20 Temmuz 2012 Cuma
Küçük aptallar.
Hani şu kaba insanlar vardır ya… Bencil,
kendini beğenmiş, şımarık. Onlar için her şeyi yapan ebeveynlerine bir öpücüğü
bile çok görürler. Odalarına girildiğinde çığlık çığlığa olurlar, istemezler
onları. Şimdi açıklamak istiyorum onlara karşı önyargılı kötülemelerde
bulunanlara: onlar ailelerini seviyor ve hayır, kötü insanlar da değiller.
Bilemezsin ki kim ne düşünüyor asla, kim ne hissediyor onun kalp atışındaki
bozukluğu ve rengindeki atmayı görmeden. Bu kadar körsün işte insanoğlu, gizli şeyleri
göremediğin için değil; kör olduğunun bile farkına varamadığın için. Gençken
aptalca şeylere ağlardık dersiniz hepiniz. Hepimiz olacak aslında o, ben de
dâhil hani. Düşünürsen aslında olanları, şimdi daha saçma şeylere ağlıyoruz.
Küçükken oyun arkadaşımız bize küstü diye ağlardık oyuncak yüzünden, öpünce
barışacağını bile bile; şimdi de doğru düzgün tanımadıkları ‘tipli’ platonik aşklarının
sevgilisi olduğunu duyunca ağlıyorlar. Ben ağlamıyorum. Tanımadığım tiplilere
de âşık olmam zaten, o kadar düşemem. Cidden ama. Anlamıyorum insanları. Hadi
erkekleri kötüleyip duruyor kızlar, ben de bir kızım ve dinliyorum falan ama
konu aşk olunca erkeklerden beterler be abi. Yok, neymiş ilk görüşte aşkmış.
Öyle demiyoruz biz ona ama neyse… Bana soracak olursanız ilk görüşte aşk diye
bir şey yoktur. Önce beğenirsin (tip lan sırf tip), sonra hoşlanırsın (komiktir
bak), sonra seversin (cici bir yanı ortaya çıkar kıyamazsın ona ya), sonra da âşık
olursun (ya bu aşamaları adam gibi yerine getirmişsindir, ya da abazalanıp bu
güzel kelimeyi boşa harcamışsındır ve sonunda Allah’ın her günü onu düşünür
olmuşsundur). Öyle ilk görüşte aşka inanmıyorum ben şekerim. Hepsi hormonel
gerçi, senin hormonun bozuksa ben ne yapayım yani şırıngalayacak halim yok ya
kimseyi. Öyle yani. Sütten ağzım da yanmadı, bir deneyimim yok yani ‘‘Ahaha,
biri bu kıza fena koymuş acıyı.’’ demenizin bir anlamı olmaz, kendi halinde
hayatını yaşayan bir insanım ben, gözlemlerime dayanarak söylüyorum. Öpüldün
sonuna kadar okuyan cici insan <3.
19 Temmuz 2012 Perşembe
Küçükken.
Küçükken her şey ne de güzeldi. Gökyüzü maviydi çünkü temizdi, deniz tuzluydu çünkü birisi tonlarca tuz döküvermişti içine. Babamız en büyük kahramanımızdı, annemizse tanrıçamız; her şeyi başarabilen meleğimiz. Büyüdükçe üzülüyor insan, ufaklığını hatırlayınca daha da üzülüyor. Diliyor yapmamış olmayı çoğu şeyi, hatırlıyor eskiyi ve geleceğe güzelce dönüp de bugünü şekillendiremiyor. Anı yaşayın diyecek değilim, şayet insanlar o kalıbı ''değersiz şeylerle hayatını öldür'' olarak algılamakta ısrar ediyorlar. Diyeceğim şu ki, ne yaparsanız yapın; olmuşla ölmüşe çare yok. Gönül isterdi ki olsun bir yolu, ama yok işte. Hayat dediğin ne cennete giden bir merdiven, ne de cehenneme giden bir otoban... Hayat dediğin bir test de değil, onu söylüyorum sana. O her şey. Bugün var, yarın yok. Her gün biri için yok oluyor; diğeri için doğuyor ve belki de sonsuza dek sürecek olan tek şey olan ölümün tek düşmanı olarak görüyoruz onu. Ancak ben öyle düşünmüyorum. Bence gayet de sıkı dostlardır ikisi, ne de olsa daima yan yanaydılar. Aralarında ufak bir çizgi vardı hep, sınır gibi değil de, geçiş gibi daha çok. Üzerinde yürüyenler oluyor, bir o kadar da dengesini kaybedip de düşenler. Ölüm olmadan hayat anlaşılmazdı ki; hayat olmadan ölümün gücü olmazdı. Bir korkudur insanoğlunun içini saran, buzdan bir el gibi boğazına yapışan ne zaman ölümün lafı edilse. Herkes ölümden korkar, herkes hiçlikten korkar, herkes sonlardan korkar. Bundandır sonuna gelince kitabı bir aşağıya doğru koyup da iyice bakmamız kabına; onu hatırlamak için. Çünkü bitirdiğimiz anda, tekrar okusak da aynı olmayacak o. Sürpriz olmayacak, şakası olmayacak, sadece ''Hah, ben burayı hatırlıyorum.'' olacak o kitabın ibaret olduğu şey. Ben de böyleyim işte. Büyük Okyanus'tan dalarım bir yazıya, Marmara'dan çıkarım yoğun trafiğin tam da kucağına. Acının bir kalıbı varsa cuk otururum, çünkü dostlarım, ben o duygusal insanlardanım.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)