Küçükken her şey ne de güzeldi. Gökyüzü maviydi çünkü temizdi, deniz tuzluydu çünkü birisi tonlarca tuz döküvermişti içine. Babamız en büyük kahramanımızdı, annemizse tanrıçamız; her şeyi başarabilen meleğimiz. Büyüdükçe üzülüyor insan, ufaklığını hatırlayınca daha da üzülüyor. Diliyor yapmamış olmayı çoğu şeyi, hatırlıyor eskiyi ve geleceğe güzelce dönüp de bugünü şekillendiremiyor. Anı yaşayın diyecek değilim, şayet insanlar o kalıbı ''değersiz şeylerle hayatını öldür'' olarak algılamakta ısrar ediyorlar. Diyeceğim şu ki, ne yaparsanız yapın; olmuşla ölmüşe çare yok. Gönül isterdi ki olsun bir yolu, ama yok işte. Hayat dediğin ne cennete giden bir merdiven, ne de cehenneme giden bir otoban... Hayat dediğin bir test de değil, onu söylüyorum sana. O her şey. Bugün var, yarın yok. Her gün biri için yok oluyor; diğeri için doğuyor ve belki de sonsuza dek sürecek olan tek şey olan ölümün tek düşmanı olarak görüyoruz onu. Ancak ben öyle düşünmüyorum. Bence gayet de sıkı dostlardır ikisi, ne de olsa daima yan yanaydılar. Aralarında ufak bir çizgi vardı hep, sınır gibi değil de, geçiş gibi daha çok. Üzerinde yürüyenler oluyor, bir o kadar da dengesini kaybedip de düşenler. Ölüm olmadan hayat anlaşılmazdı ki; hayat olmadan ölümün gücü olmazdı. Bir korkudur insanoğlunun içini saran, buzdan bir el gibi boğazına yapışan ne zaman ölümün lafı edilse. Herkes ölümden korkar, herkes hiçlikten korkar, herkes sonlardan korkar. Bundandır sonuna gelince kitabı bir aşağıya doğru koyup da iyice bakmamız kabına; onu hatırlamak için. Çünkü bitirdiğimiz anda, tekrar okusak da aynı olmayacak o. Sürpriz olmayacak, şakası olmayacak, sadece ''Hah, ben burayı hatırlıyorum.'' olacak o kitabın ibaret olduğu şey. Ben de böyleyim işte. Büyük Okyanus'tan dalarım bir yazıya, Marmara'dan çıkarım yoğun trafiğin tam da kucağına. Acının bir kalıbı varsa cuk otururum, çünkü dostlarım, ben o duygusal insanlardanım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder